عربي English עברית Deutsch Italiano 中文 Español Français Русский Indonesia Português Nederlands हिन्दी 日本の
Knowing Allah
  
  

   



Kullarına namaz kılmayı farz kılan, onu ikame ve güzelce edâ etmelerini emreden, kurtuluş ve felâhı onda huşûlu olmaya bağlayan, namazı iman ile küfür arasında furkan (ayırdedici kriter) ve kötülük ve münkerden alıkoyucu kılan Allah'a hamdolsun!

Salât ve selâm, Allah Teâlâ'nın, “Biz sana Kur'an'ı indirdik ki, insanlara, onlara indirilmiş olanı beyan edesin.[1] âyetiyle muhatap olan Rasûlullah’a olsun. Nitekim o, bu vazifeyi hakkıyla yerine getirdi. Namaz onun insanlara beyan etmiş olduklarının söz ve fiil olarak en büyüğüdür. Öyle ki bir gün minberde namaz kılmış, kıyama durmuş, rükûya varmıştı. Ardından şöyle söyledi:

“Bunu, bana uymanız ve benim namazımı öğrenmeniz için yaptım.”[2]

Namazda ona uymamızı vacip kılarak, şöyle demiştir:

“Ben nasıl namaz kılıyorsam, siz de öylece kılın.”[3]

Namazı onun gibi kılanlara, Allah tarafından, cennetine koymak üzere bir ahit olduğu müjdesini vermiş ve şöyle buyurmuştur:

“Bunlar, Allah'ın farz kıldığı beş vakit namazdır. Kim bunları, abdestini güzelce alarak, vaktinde kılar, rükû, sücud ve huşûlarını tam mânasıyla yerine getirirse, Allah katında “ona mağfiret edileceğine dair” bir ahid vardır. Bunu yapmayana ise Allah katında ahid yoktur. Allah ona dilerse mağfiret, dilerse azab eder.”[4]

Ve salât ve selâm, onun takvalı ve iyilik sahibi âile ve ashâbına olsun!Onlar bizlere, onun -sallallahu aleyhi ve sellem- ibadetlerini namazını, söz ve fiillerini naklettiler.Mezhep ve önder olarak sadece bunları edindiler. Ayrıca onlara tâbi olanlara ve din gününe kadar onların yollarını tutmuş olanlara olsun!

Hafız Münziri'nin et-Terğib ve't-Terhib kitabında namaz bölümünü okuyup, bazı selefi kardeşlerimizle de ders yapmayı bitirince -yaklaşık dört yıl öncesiydi- namazı ikame ve güzelce eda edene verilecek ecir, fazilet ve ikramı görünce hepimiz namazın İslâm'daki değer ve konumunu iyice anladık. Ecir ve fazilet, kişinin namazının, Rasûlullah’ın namazına olan yakınlık ve uzaklığıyla doğru orantılı olarak değişmektedir. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- buna şu hadisiyle işaret etmiştir:

“Kul namazını kılar. Bu namazından kendisine onda bir,dokuzda bir, sekizde bir, yedide bir, altıda bir, beşte bir,dörtte bir,üçte bir veya yarı sevabı yazılır.”[5]

İşte bunlardan dolayı kardeşlerimin dikkatini şuna çektim: Bizim namazı, hakkıyla veya buna yakın bir şekilde -Rasûlullah’ın namazını tafsilatlı olarak, içindeki vacipleriyle, âdâbıyla, şekilleriyle, dua ve zikirleriyle öğrenmeden, ardından bunu amelî olarak tatbik etmeden- edâ etmemiz mümkün değildir. İşte bu gerçekleştiği zaman namazımız bizi kötülük ve fenalıktan alıkoyacak, onun için takdir edilen sevap ve ecir bizlere yazılacaktır.

Ancak bunu tafsilatlı öğrenmek insanların çoğuna hatta birçok âlime -belirli bir mezhebe bağlı olmalarından dolayı- mümkün olmamaktadır.

Nitekim sünnete hizmet işiyle (cem’i olsun-fıkhı olsun) uğraşan herkes biliyor ki, bazı mezheplerde bulunan sünnetler bir diğerinde yoktur. Hepsinde de Rasûlullah’a nispet edilmesi doğru olmayan söz ve fiiller vardır. Bunların çoğu da müteahhir âlimlerin kitaplarında bulunmaktadır.[6]

Çoğu zaman da bunları Rasûlullah’a nispet ederken kat’i ifadeler kullanmaktadırlar.[7]

İşte bu yüzden hadis âlimleri -Allah onlardan razı olsun- bu meşhur kitaplara içinde varid olan hadislerin sıhhat, zayıflık veya mevzuluk açısından durumunu belirten tahricler koymuşlardır. Bunlara örnek olarak; Abdulkadir b. Muhammed el-Kureşî el-Hanefî'nin “el-İnâye bi-marifeti ahâdîsi'l-Hidâye” ve “et-Turuk ve'l-vesâil fî tahrîc-i ahâdîsi Hulâsati'd-delâil”, Hafız Zeylaî'nin “Nasbu'r-râye li ahâdîsi'l-Hidâye” ve bunun muhtasarı olan “ed-Diraye”, İbn Hacer el-Askalanî’nin “et-Telhîsu'l-habîr fî tahrîci ehâdîsi'r-Râfii'l-Kebîr” kitapları zikredilebilir. Bunların dışında da, zikri uzun zaman alacak, kitaplar mevcuttur.

Diyorum ki: Bunu tafsilatlı olarak öğrenmek birçok insan için mümkün olmadığından ve ayrıca Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in nasıl namaz kıldığını öğrenmeleri, onun hidâyetine uymaları maksadıyla bu kitabı telif ettim. Allah Teâlâ'dan da, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-inin diliyle vaadetmiş olduğu şu mükâfatı diliyorum: “Kim bir hidâyete çağırırsa, onun ecri, ona tâbi olanların ecri kadar olur. Onların ecrinden de eksiltilmez.” Bu hadisi Müslim ve başkaları rivâyet etmiştir. Hadis aynı zamanda “el-Ahâdîsu's-sahîha”da tahric edilmiştir. (863)

 

 



[1]        Nahl, 44

[2]        Buhari, Müslim. Hadis "Kıyam" bölümünde tamamıyla geçecektir.

[3]        Buhari, Müslim. Hadis “İrvâu'l-ğalîl”de 213 numarayla tahric edilmiştir.

[4]        Diyorum ki: Bu sahih bir hadistir. İmamlardan birden fazla zât bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Ben de Sahihu Süneni Ebî Davud'da (451, 1276)'da tahric ettim.

[5]        Sahihtir. İbnu'l-Mübarek "Zühd"de rivayet etmiştir. (1/21/1-2) Ebû Davud ve Nesâi de "ceyyid" bir senedle rivayet etmişlerdir. Ben de bunu "Sahih"te tahric ettim (7618).

[6]        Ebu'l-Hasan el-Leknevî, “en-Nâfiu'l-kebîr limen yutâli'u’l-Câmie's-Sağîr” kitabında Hanefi fıkıh kitaplarının mertebelerini beyan edip, bunların hangilerinin mutemed olup olmadığını belirttikten sonra diyor ki: "Zikrettiğim tasnifler hakkındaki tertip, fıkıh meselelerine göredir; içindeki nebevî hadisler açısından değil. Çünkü büyük fakihlerin de itimad etmiş olduğu nice mutemed kitaplar var ki, mevzu hadislerle doludur. Özellikle de fetva kitapları… Açıkça görmüş oluyoruz ki, bu kitapların sahipleri kâmil insanlar olsalar da haberleri nakletmekte oldukça mütesahil (gevşek) davranmaktadırlar."

Diyorum ki: -Bu kitaplarda varid olan mevzu hatta bâtıl olan hadislerden biri de "Kim ramazanın son cumasında daha önce kılamadığı farz namazların kazasını kılarsa, bu onun bütün ömründe -yetmiş yıla kadar- kaçırmış olduğu namazlar için bir cebir (telafi) olur." Leknevî, "el-Âsâr el-merfûa fi’l-ahbâri'l-mevdûa" da hadisi verdikten sonra şöyle demektedir: (s. 315)

“Aliyyu'l-Kâri "el-Mevduat es-Suğra" ve "el-Kubrâ" dedi ki: Bu, kesinlikle bâtıl bir (hadis)tir. Çünkü icmaa muhaliftir. Bunun yanında hiçbir ibadet yıllarca kaçırılan bir ibadetin yerini tutmaz. Ayrıca "Nihaye”nin ve diğer "Hidaye" şarihlerinin nakillerine itibar edilmez. Çünkü bunlar, muhaddis de değiller, muharriclere de isnad etmiş değiller.”

Şevkani bu hadisi "el-Fevaidu'l-Mecmua fi'l-Ahadisi'l-Mevdua"da yakın lafızlarla zikretmiş ve şöyle demiştir. "Bu şüphesiz mevzu bir hadistir. Mevzu hadisleri toplayan musanniflerin kitaplarında bile bulamadım. Fakat dönemimizde "San'a"daki bazı fakihlerin arasında meşhur olmuştur. Çoğu da bunu yapmıştır. Bunu kim uydurdu bilemiyorum. Allah yalancıları kahretsin." (s.54)

Ardından el-Leknevi diyor ki:

"Çeşitli "zikir, ibadet" kitaplarında farklı lafızlarla varid olan bu hadisin mevzu olduğunu akli ve nakli delillerle ispat etmek için, "Red'ul-ihvan an muhdesati Ahiri Cum'ati Ramazan" isminde bir risale telif ettim. Onda zihinleri canlı tutan, kulakların dinlemekten haz duyacağı faideli bilgilerde koydum. Bu alanda gerçekten nefis ve değerli bir kitaptır."

Derim ki: Bu tür bâtıl hadislerin fıkıh kitaplarında varid olması, bu kitaplarda mevcut olan ve muteber hadis kitaplarına nispet edilmeyen diğer diğer hadislere de güveni sarsmaktadır. Aliyyu'l-Kâri'nin söylediklerinde bu manalara işaret vardır. Müslüman insanın yapması gereken hadisi ihtisas sahibi ehlinden almaktır. Öteden beri denilir ki: "Mekkeliler Mekke’nin yollarını daha iyi bilir" ve "evin sahibi evde ne olduğunu daha iyi bilir."

[7]        İmam Nevevi "el-Mecmu' Şerhu'l-Mühezzeb" (1/60) de diyor ki: "Hadis ehli ve başka dallardan muhakkik olan alimler demişlerdir ki: Hadis şayet zayıf olursa onun için: "Rasulullah (s.a.v) dedi veya yaptı veya emretti veya nehyetti v.b. kesinlik ifade eden sigalar kullanılamaz. Bunların hepsi hakkında şöyle denilir: "Ondan rivayet edildi ki, nakledilir ki, rivayet edilir ki" gibi hastalıklı (kesinlik ifade etmeyen) sigalar kullanılır. Dediler ki: "Kesin ifadeler sahih ve hasen hadisler için konulmuştur. Diğer sigalar ise bunların dışındakiler için. Bunun sebebi şudur: Kesin ifadeler kime nispet edilmişse o nispetin sahih olmasını gerektirir. Bu yüzden sahih olan hadisler dışında kullanmamak gerekir. Yoksa insan ona (s.a.v) yalan söylemiş konumunda olur. Musannif ve mezhebimizden birçok fakih de bu âdâbı ihlal etmişlerdir. Hatta farklı dallardaki alimlerin çoğu bunu yapmıştır. Ancak işin erbabı olan muhaddisler bundan müstesnadır. Halbuki bu çirkin bir gevşekliktir. Çoğu yerde "sahih hadis" hakkında "rivayet edildi ki", "zayıf hadis" hakkında da "buyurdu ki, filan rivayet etti ki" gibi ifadeler kullanmaktadırlar. Bu da doğru ıstılahtan bir sapmadır.




                      Next article




Bookmark and Share


أضف تعليق