عربي English עברית Deutsch Italiano 中文 Español Français Русский Indonesia Português Nederlands हिन्दी 日本の
Knowing Allah
  
  

   

4- sonra mukallidler arasında yaygın olan bir vehim daha var.

bu da onların, mezheplerinin muhalif olduğu sünnetlere tâbi olmalarına engel olmaktadır. bu vehim; sünnete tâbi olmak, mezhep sahibinin hatalı olmasını gerektirir şeklindeki zanlarıdır. hatalı olmak da -onlara göre- imamı tân (tenkid) etmek mânasına gelir. eğer müslümanların bir ferdini tân etmek caiz değilse, onların imamları nasıl tân edilebilir?!

 

 

cevabı şu:bu düşünce bâtıldır. sebebi de sünnet fıkhından uzak durmaktır. yoksa akıllı bir müslüman nasıl böyle bir söz söyler? kaldı ki, rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-şöyle buyuruyor: “hakim hüküm verirken içtihad eder de isabet ederse, ona iki ecir vardır. hüküm verirken içtihad eder de hata ederse, ona bir ecir vardır.”[1]bu hadis, bu düşünceyi reddetmekte ve açık bir şekilde şunu ifade etmektedir: birinin “filan kişi hata etti” sözünün şer'î mânası “bir sevap aldı” demektir. kendisini hatalı gören kişiye göre, o ecir almış oluyorsa, onu hatalı görmekle ona tân ettiği nasıl vehmedilebilir? Şüphe yok ki bu vehim bâtıldır ve bu düşüncenin sahibi kişi, bunu hemen terketmelidir. yoksa müslümanları tân eden o olur.

 

hem de herhangi bir ferdi değil, sahâbîleri, tabiîni ve ondan sonra gelen büyük imamları... çünkü biz yakînen biliyoruz ki bu yüce zatlar, birbirlerini hatalı görüyor, birbirlerinin görüşlerini reddediyorlardı.[2]Şimdi aklı başında olan şunu söyleyebilir mi: onlar birbirlerini tân ediyorlardı? rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-ebû bekir'in bir rüyaya yaptığı yorumda hatalı olduğunu söyleyip şöyle demiştir: “bazı yorumlarında isabet ettin, bazılarında ise hata ettin.”[3]peki, rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-bu sözüyle ebû bekir'i tân etmiş mi oluyor?

 

 

bunun kötü neticelerinden biri de, bu düşüncedeki insanları mezheplerine muhalif olan sünnetlere tâbi olmaktan alıkoymuş olmasıdır. çünkü onlara göre sünnete tâbi olmak imamı tân etmek demektir. halbuki sünnete muhalif de olsa ona tâbi olmak; ona saygı duymak ve ihtiram göstermek demektir. bu yüzden bu vehmî tândan kaçınmak için imamlarını taklit etmekte ısrar ediyorlar.

 

 

bunlar bu vehim sebebiyle, kaçmış oldukları durumdan daha kötüsüne düştüklerini unutmuşlardır (unutmazlıktan geldiler demiyorum). çünkü biri kalkıp, onlara şunu söylese: “eğer birine tâbi olmak ona saygı göstermek, ona muhalefet etmek de tân etmek anlamına geliyorsa, rasûlullah’a muhalefet etmeyi, sünnete muhalif konularda imama tâbi olmayı nasıl caiz görebilirsiniz?! halbuki o (imam) masum  olmadığı gibi, onu tân etmek küfür de değil. eğer imama muhalefet, onun tân edildiğini ifade ediyorsa, rasûlullah’a muhalefet onun tân edildiğini daha açık ifade etmektedir. bilakis bu -allah korusun- küfrün ta kendisidir.” evet, biri bunu kalkıp söylese, verecek cevapları olmayacaktır. verdikleri tek cevap -çoğu zamanda onlardan duyduğumuz- söyledikleri şu sözdür:

 

 

“bizim sünneti bırakmamız, imama duyduğumuz güvene ve sünneti bizden daha iyi bildiği kanaatine dayanmaktadır.” bu söze, çeşitli yönlerden cevap verecek olursak, sözü çok uzatırız. bu yüzden bir yönüne cevap vermekle yetineceğiz. İnşaallah da yeterli cevap olacaktır. Şunu söylüyorum:

 

 

sünneti sizden daha iyi bilen sadece sizin mezhep imamınız değil, ortada sünneti sizlerden daha iyi bilen onlarca hatta yüzlerce imam mevcuttur. eğer sahih sünnet mezhebinize muhalif olarak gelir ve o imamlardan biri bu sünneti alırsa, böyle bir durumda o sünneti almak size göre vaciptir ve kat’i bir husustur. çünkü biraz önce söylediğiniz söz burada geçerli değildir. ayrıca size muhalif olan kimse itiraz ederek şöyle diyecektir: “biz bu sünneti, bunu alan imama güvendiğimizden dolayı aldık.” ona tâbi olmak, sünnete muhalif olan imama tâbi olmaktan evladır. bu da herkesin anlayacağı açık bir şeydir.

 

 

bu yüzden şunu söyleyebilirim:

bu kitabımız, namaz hususunda rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sabit olan sünnetleri toplamış olduğundan, bununla amel etmemek için kimsenin mazereti olamaz. çünkü kitapta âlimlerin ittifakla terkettikleri bir konu yoktur. bilakis kitapta gelen meselelerle, muhakkak ilim ehlinden bir grup amel etmiştir. amel etmeyen de mazurdur ve bir ecir almıştır. çünkü ya bu sünnet ona ulaşmamıştır veya delil olabilecek bir yolla gelmemiştir. ya da âlimler tarafından bilinen bir mazereti vardır. fakat ondan sonra gelerek, sünnete vakıf olan kişilerin, o imamı taklit ederlerse bir mazeretleri olamaz. bilakis ona vacip olan, masum (hata ihtimali olmayan) nassa tâbi olmaktır. İşte bu kitabın mukaddimesinde anlatmak istediğimiz budur.

 

 

allah teâlâ da buyuruyor ki:

“ey iman edenler! allah'ın resûlü sizi, size hayat verecek şeylere dâvet ettiği zaman, hemen allah'ın ve resûlü’nün dâvetini kabul edin. bilin ki, allah kişi ile kalbi arasına girer. o'nun huzurunda toplanacaksınız.”[4]

 

allah hakkı söyler, o doğru yola hidâyet eder. o ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır. allah'ın salat ve selamı muhammed, ailesi ve ashabı üzerine olsun. hamd, âlemlerin rabbi allah'a mahsustur.

 

muhammed nâsıruddin elbânî

Şam, 20.5.1381

 


-------------------------------------------

[1]buhari, müslim

[2]biraz önce geçen müzeni ve İbn receb'in sözlerine bakın

[3]buhari, müslim sebebi ve tahrici için bkz. el-ahadis-sahiha 121

[4]enfal 24




                      Previous article                       Next article




Bookmark and Share


أضف تعليق